İslâmiyette, iyilikleri yayıp, kötülüklere mani olmanın önemi büyüktür.
İslâmiyeti ayakta tutan budur. Din-i islâmın temeli, imânı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, islâmiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, müslimânlara “Emr-i ma’rûf” yapmağı emirediyor. Yani, benim emirlerimi bildiriniz, öğretiniz diyor ve “Nehy-i anilmünker”i emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz ve yapılmasına râzı olmayınız, diyor.
Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu.” (Ali imran-110)
“Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman-17)
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki.
“Büyüğünü saymıyan, küçüğüne merhamet etmiyen, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmıyanlar bizden değildir.” (Tirmizî)
“Bütün ibâdetlere verilen sevap, Allah yolunda gazâya verilen sevâba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazânın sevâbı da, emr-i ma’rûf ve nehy-i anilmünker sevâbı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir” . (Deylemî)
“Allahü teâlâ, bir meleğe, bir kasabanın altını üstüne getirmesini emreder. O melek, bu kasabada hiç günah işlemiyen bir zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp kurtarmıyacağını suâl edince, Cenab-ı Hak, “Bütün şehir halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, bana isyan edenlere karşı yüzünü ekşitmemiştir” buyurdu.” (Beyhekî)
“Birbirinize müslümânlığı öğretiniz. Emr-i ma’rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve düâlarınızı kabûl etmez”. (Bezzar)
İslamiyet günümüze kadar, emri maruf sebebiyle gelmiştir. Bir din öğretilmezse, öğreten bulunmazsa yok olmaya mahkumdur.
Vatikan bunun üzerinde çok duruyor. “Diyolag” vasıtasıyla emr-i marufu yok etmek istiyor. İnsan kendi dinini niçin yaymaya çalışır? Kendi dininin doğru, diğerlerinin yanlış olduğuna inandığı için. Diğer dinler de doğru kabul edilirse, o zaman niçin kendi dinini yaymaya çalışsın?
Vatikan’ın Diyalog ile varmak istediği son nokta
Diyalog ve hoşgörü, Vatikan’ın bir tuzağıdır. Diyalog vasıtasıyla, önce, Müslümanların imanları bozulacak, islami şuurdan, yaşayıştan uzaklaştırılacaklar. Hz. Peygamber ve âlimler devre dışı bırakılarak İslamiyet, emir ve yasağı olmayan, felsefi bir sistem haline getirilecek.
Müslümanlar arasında, Müslüman olsun Hıristiyan olsun fark etmez. Nasıl olsa, iki din mensubu da Cennete gidecek, inancı hakim kılınacak. Bu hale getirilen Müslümanların, Hıristiyanlığa kaymaları kolaylaşmış olacaktır. Çünkü, insan, nefsinin hoşuna giden, kendine kolay gelen şeyleri tercih eder. Hâl böyle olunca, haftada bir gün Kiliseye gitmekten başka hiçbir kuralı olmayan Hıristiyanlığa kayması daha kolay olacaktır. Böylece, nihai birleşme Hıristiyanlıkta olmuş olacak. Çeşitli vesilelerle yaptıkları konuşmalarda bunu zaten açıkça dile getiriyorlar. Onlara göre gerçek din sadece Hıristiyanlıktır:
“Biz her ne kadar Hıristiyan olmayan dinlerin manevi ve ahlaki değerlerini tanıyor, saygı gösteriyor, onlarla diyaloğa hazırlanıyor ve din hüviyetini savunmak, insanlık kardeşliğini tesis etmek, kültür, sosyal refah ve sivil iradeyi oluşturmak gibi hususlarda diyaloğa girmek istiyorsak da dürüstlük bizi gerçek kanaatimizi açıkça ilan etmeye mecbur etmektedir; yegane gerçek din vardır. O da Hıristiyanlıktır.” (Leibhard, Wilmington 1978, s. 13 vd.)
Dinler nasıl birleşecek?
Papa II. Jean Paul’un 20 yıllık dostu ve “Papa’nın Düşüncesi” kitabının yazarı Buttiglione bu düşünceleri şöyle açıyor: “Hıristiyanlar İsa’nın Mesih olduğuna ve insanın onun sayesinde kurtulduğuna inanır. Tanrı’ya götüren başka bir yol yoktur..” ( NPQ; Cilt: 1, Yaz 1991.)
Nihai birleşmenin Hıristiyanlık çatısı altında olacağını, Dinlerarası Diyaloğun mimarlarından M.Watt, “dinleri birleştirme” projesi ile bakınız nasıl dile getiriyor: “Uzun vadede bütün dünya için tek bir dinin olacağı ümid edilebilir. Bu din Hıristiyanlığın çatısı altında, Sünni İslam’da dört fıkhi mezhebe müsaade eden anlayışa benzer bir şekilde kendi içinde bazı görüş ayrılıklarına yer verebilir.” (Modern Dünyada İslam Vahyi s.171)
Papa II. Jean Paul da, Sen Pietro Kilisesi’nde, 25.6.2000 günü pazar ayininde, “Kilise ile diğer dinler arasındaki diyaloga evet. Ama aynı zamanda tek kurtarıcının İsa olduğunu ilan etmek gerekiyor’’ diyerek diyalog sonunda nerede birleşeceğinin açık adresini de vermiştir.
Vatikan’ın tarihi İslam düşmanlığı devam ediyor
Vatikan’ın; dinlerarası diyalog, hoşgörü, dostluk, faaliyetlerinde samimi olmadığını, tarihi İslam düşmanlığının devam ettiğini, 27.4.2003 tarihinde düzenlenen ayinde Papa, “barış değil savaş istiyen” papazın mertebesini yükselterek bir kere daha göstermiş oldu:
“PAPA İkinci Jean Paul, 27 Nisan 2003 günü, bundan asırlarca önce yaşamış olan altı kişiyi Hıristiyan inancına göre ‘aziz’liğin bir alt basamağı kabul edilen ‘ermiş’ mertebesine yükseltti.
Vatikan’da 27 Nisan’da bu ‘ermişlik ilánı’ münasebetiyle düzenlenen büyük ayin sırasında, Papa’nın İsviçreli muhafızlarıyla İtalyan güvenlik kuvvetleri alarma geçirilmişlerdi. Zira, ‘ermiş’ yapılanlardan birinin, 17. asırda yaşamış olan Avianolu Marco adındaki papazın bazı çevrelerin, özellikle de Müslümanlar’ın gözünde ‘netameli’ olduğunu düşünüyor, Müslümanlar’ın en azından bir protesto gösterisi yapabileceklerini bekliyorlardı.
Böyle bir şey beklemelerinin sebebi de şuydu: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın 1683′teki Viyana kuşatması Marco’nun cephelerde verdiği, ‘‘Haçın altında toplanın! Meryem adına savaşın! Türkler’i yenin! Hıristiyanlık adına büyük düşman Türkler’e karşı savaşı kazanmak için Allah’a olan imanımızı güçlendirmemiz lázımdır. Bunu yapmadan önce neye kalkışırsak kalkışalım, netice alamayız. Tanrı barış değil, savaş istiyor.” vaazı yüzünden korkunç bir bozgun halini almış ve bu bozgun Avrupa’daki topraklarımızı kaybetmemize öncülük etmişti.
‘‘Avrupalılaşma’’ uğruna ‘‘mozaik’’ ve ‘‘dinlerarası diyalog’’ teraneleriyle kendi kendimize gelin-güvey olduğumuz şu günlerde Hıristiyan dünyasının ve Papa’nın geçmişimiz hakkında ne düşündüğünü Marco’nun “ermişliği” sayesinde bir hatırlatayım dedim.” (Murat Bardakçı – Hürriyet,11.5.2003)
Şimdi sormak lazım: Eski yaraları kaşımakla, eski düşmanlıkları gündeme getirmekle, ödüllendirmekle “Barış” “Hoşgörü” “Diyalog” sağlanması nerede görülmüştür?
Bütün bunlar samimiyeti mi gösterir yoksa, sinsi bir maksadı mı?
DiNLERARASI HOŞGÖRÜ TUZAĞI
Vatikan, Batı’da daha uzun süre ayakta kalamayacağını anlayınca, Müslümanların, dağınıklığından, kimsesizliğinden, fakirliğinden istifade etmek için Doğu’ya yöneldi. Müslüman ülkelerinde Hıristiyanlaştırma çalışmasını başlattı.
Bunu iki safhada yapmayı planlıyorlar. Önce, çeşitli baskılarla, entrikalarla, ithamlarla Müslümanları sindirmek ve saha dışına itmek. Sonra da bu boşluğu doldurmak.
Bu maksatla, soğuk savaşın sona ermesinden “Kızıl tehlike”nin bertaraf edilmesinden sonra, “Yeşil tehlike!”yi ortaya attılar. Ve en büyük stratejilerini “İslam fundamentalizmi” olarak adlandırdıkları ve terörle özdeşleştirerek İslam dünyasını mahkum etmeye karar verdiler.
Daha sonra da, “İslam’ı protestanlaştırmaya”, yani İslamı emir ve yasakları olmayan, felsefi ahlakı bir sistem haline getirerek dünyaya, hayata ilişkin entelektüel, siyasi, ekonomik, kültürel taleplerini iptal etmeye çalışmak. Yani İslamın içini boşaltmak. Bunun için de en etkili yol olan, temel fıkıh kitaplarını; âlimleri, mezhepleri bertaraf etmek.
Hıristiyanlaştırmada takip ettikleri yol da “Diyalog” projesi. Projeyi ortaya atan Vatikan. Asırlardır Müslümanlara karşı en ufak bir müsamahası, hoşgörüsü olmayan Vatikan’ın bu girişiminden iyi niyet beklenebilir mi?
Sözde diyalogla orta yolu bulacaklar. İki ayrı dinde orta yol nasıl bulunacak? Her iki din de %50 taviz verecek, inançlarından feragat edecek böylece ortak noktada buluşulacak! Bir dinin yarısı giderse geri kalana din denir mi? Yok diyalogtan maksadımız, iyi ilişkiler, iyi komşuluklar deniyorsa o zaten asırlardır var; mesela İstanbul’da asırlardır Müslüman, Hıristiyan, Yahudi yanyana yaşamışlar. Kimse kimsenin ibadetine, yaşayışına karışmamış. Diyalogun âlası uygulanmış. Bunların diyalogtan maksatları başka.
Nitekim, diyalogun mimarlarından olan diyalog toplantılarında hep komisyon başkanlığına getirilen bir ilahiyat profesörü “Ben yurt dışına gittiğim zaman sık sık Kiliselere gidiyorum; çok da lezzet ve zevk alıyorum” diyor. Aynı Prof. diyalog konusunda da, “Efendim, diyalog ve hoşgörü devam edecekse, Hıristiyanlarla konuşurken sizin kitabınız bozulmuş, sonradan değiştirilmiş; en hakiki din benim dinim demeyeceksiniz.” diyor. Yine diyalogçular, “ Sadece,’La ilahe illallah’ demeyi, ‘Muhammederresulullah’ dememeyi telkin ediyorlar.”
Bu sözler diyaloğun gerçek amacını göstermede ip uçları veriyor: Demek ki, diyalog ve hoşgörü uğruna kendi Dinimizin, Kitabımızın ve Peygamberimizin hak ve en son olduğunu söylememeniz gerekiyormuş. İşte diyalog ve hoşgörü dediklerinin en kısa tarifi bu.
Artık görevler de değişti herhalde. Din adamları dini savunmayınca dini savunmak başkalarına kaldı. Nitekim, Türkiye Sağlık-İş Sendikası Başkanı Sayın Mustafa Başoğlu diyalog toplantısında tahammül edemeyip, “Ben burada öyle şeyler dinledim ki, bana öğretilen dine uymuyor. ‘Son hak din İslâm demeyeceksiniz’ ne demek? Son hak din İslâmsa, Kur’an öyle diyorsa, öyledir. Diyalog isteniyorsa öyle konuşmayacaksınız olmaz böyle şey” demek zorunda kalmıştır.
İki dinin temsilcilerinin konuşmaları da, diyalogun maksadının, iyi ilişkiler, iyi komşuluklar olmadığını göstermektedir. Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, Papa’yla görüşmesinden sonra, “ Diyalog iki dinin kurumları arasında bir tür ‘diplomatik ilişkiler’le sınırlı mı olacaktı, yoksa, ilahiyat (teoloji) alanında da ‘diyalog’ geliştirilecek mi?” sorusuna, “İlahiyat alanında da diyalog kurulacak. İslam ve Katolik ilahiyatçılar karşılıklı çalışmalar yapacaklar… “ cevabını vermiştir. (T. Akyol – Milliyet- 17.6.2000)
Aynı soruyu, Sayın Yılmaz’dan sonra Başkanlık koltuğuna oturan Sayın Ali Bardakoğlu’na, Armada otelinde düzenlenen, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum- Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” konulu konferansta ayak üstü sordum. Net bir cevap vermedi. Oturumda sormamı istedi. Oturumda, Prof. Dr. Niyazi Öktem bu konu ile ilgili olarak şunları söyledi:
“Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın organizesi ile üç dinin mensupları olarak, I. Harran toplantısını Urfa’da yaptık. II. Harran toplantısını da, Mardin’de yapacağız. Vayh, Tanrı, gibi konular gündeme getirilerek tartışılacak; tabular yıkılacak.”
Toplantıda Sayın Öktem’e sordum: “ Dinlerarası Diyaloğun insani boyutunu anlıyoruz. Bu önce de vardı bundan sonra da olacak. Bunun devamında ve geliştirilmesinde fayda var. Ancak diyaloğun ikinci boyutu net değil; hayli karanlık. Vahiy, Tanrı gibi konuları tartışarak nereye varmak istiyorsunuz; üç dinin dışında yeni bir din mi ortaya çıkartmak istiyorsunuz, yoksa Vatikan’ın sık sık dile getirdiği gibi, nihai birleşme Hıristiyanlıkta mı olacak?”
Tahmin edeceğiniz gibi tatmin edici bir cevap alamadım. “Savaş olmasın, barış olsun…” türünden birşeyler söyledi.
Papa 2. Jean Paul da, Sen Pietro Kilisesinde, 25.6.2000 günü pazar ayininde, ‘’Kilise ile diğer dinler arasındaki diyaloga evet. Ama aynı zamanda tek kurtarıcının İsa olduğunu ilan etmek gerekiyor’’ diyerek diyalog sonunda nerede birleşeceğinin adresini de vermiş oluyor.
Bütün bunlardan sonra, Vatikan’ın başlattığı “Diyalog” projesinin İslamiyet için faydalı olduğunu söyleyene kim inanır? Basiret sahibi herkes bunun Vatikan’ın sinsi bir oyunu olduğunu hemen anlıyor. Cenab-ı Hak bilerek veya bilmeyerek böyle sinsi oyunlara alet olmaktan muhafaza etsin! Alet olanları da kısa zamanda kurtarsın!
ALINTIDIR.
http://www.sapitanlar.com/index.php/diyalog-ile-islam-dininden-yok-etmek-istedikleri-degerler/#more-465
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder